Bölümlerden ve
parçalardan meydana gelen bir toplumda bir insan kimliğe ve hayat hikayesine
dair bir anlatı nasıl oluşturabilir?
Felsefeci Hans-Georg Gadamer’e göre “biz olan benlik kendine sahip değildir; denebilir ki [benlik]” zamanın tesadüfleri ve tarihin parçalarına tabi olmak kaydıyla “vuku bulur.” Dolayısıyla “bireyin kendi-farkındalığı,” der Gadamer, “tarihsel yaşamın kapalı devresinde bir kırpışmadan ibarettir.” İşte bu, modern kapitalizmdeki karakterin sorunudur. Tarih oradadır fakat güçlüklerin müşterek bir anlatısı ve dolayısıyla müşterek bir yazgı mevcut değildir. Bu şartlar altında karakter aşınmaya uğrar…
… Kapitalizmin
hareketinin döngüsel münavebelere nüfuz ettiği akışkan bir toplumda, üretim ve
yıkım süreci (değer kanunu), yaşam ile ölümden oluşan hareketin (doğanın
kanununun) altını durmadan oymaktadır.
… kısa-vadeli kapitalizm
karakter için bir aşınma tehdidi teşkil eder, bilhassa karakterin insanları
birbirine bağlayan ve her birine sürdürülebilir bir benlik hissi sağlayan
nitelikleri için.
Yaygın kullanılan
haliyle öz-bilinç terimi iki şeyi ifade eder: kişinin kendi kendisinin
farkındalığı ve kişinin bir diğer kişinin gözlem nesnesi olarak farkındalığı.
Dışsal dayatımların
ürünü olan şeyler çoğunlukla temel birer ihtiyaç sanılır, bu da, otomatizm ile
kendiliğindenliği ayırt etmeyi güçleştirir.
… bir şizofrenin
deyişiyle, o, kara bir güneşin yakıcı parıltısı altında kavrulmaktadır. Şizoid
birey kendi tetkikinin bu kara güneşi, kem gözü altında varlığını sürdürür.
Farkındalığının yakıcılığı onun kendiliğindenliğini ve tazeliğini öldürür, tüm
sevinci yok eder. Bu yakıcılık altında her şey solup gider.
Gerçek ‘öteki’den gelen
tehdit onun her an gitmesi, ölmesi veya duygulara karşılık verememesi
ihtimalinden kaynaklanabileceği gibi, öteki, iç-patlama ya da delip geçme
biçiminde doğrudan bir tehdidi de temsil ediyor olabilir. Buna karşılık şizoid
kişi… genel olarak bütünlük arz eden bir yarı-ikilik olan benliğini iki benlik
haline, yani fiili bir ikilik haline getirme yoluna gider.
Bu durumda birey kendini
bir şekilde kendi vücudundan ayrılmış veya kopmuş gibi tecrübe eder. Vücut,
bireyin kendi varlığının esası gibi değil, daha ziyade dünyadaki alelade bir
nesne olarak hissedilir. Asıl benliğin esası olmak yerine sahte bir
benliğin esası olarak hissedilen vücuda, ayrık ve namevcut olan ‘iç’, ‘asıl’
benlik tarafından şefkat, tebessüm ve bazen de nefretle bakılır.
Diğer taraftan, kendi
içine kapanmış olan benlik kendini ‘asıl’ benlik olarak görürken personayı
yalan addeder.
… bir başka kişinin
gözünde bir şey olmak ‘normal’ kişiye
korkunç bir tehdit gibi gelmez, fakat şizoid birey için her bir çift göz ona
bir Medusa başından bakmaktadır ve ona öyle gelir ki bu bakışlar, içindeki son
derece hayatî bir şeyleri bilfiil yok etmeye veya öldürmeye muktedirdir. İşte
bu yüzden kendisinin taşlaştırılmasını engellemek adına diğerlerini taşa
dönüştürmeye çalışır. Böyle yaparak bir nebze olsun emniyete kavuşabileceğine
inanır.
Kişinin kendini
taşlaştırması, bir başkası tarafından taşlaştırılmayı engellemenin bir yolu
haline gelir.
Kendi kendine intihar edilmez.
…dolayısıyla başlangıçta
benlik üzerindeki tahrip edici saldırıları önlemek için bir kalkan veya bariyer
olarak oluşturulan şeyler, benliği hapseden duvarlara dönüşebilir.
… pek çok aklı başında
insanın kapalı olan salim zihinlerine nüfuz etmeyen ışık, şizofrenin çatlak
zihninden içeri süzülebilir.
... Daha dikkatli bakın.
O yüzeyi delip şeffaflığını bozmaktan çekinmeyin. Ağaçları sallayan rüzgâr
misali. Yüzeyin ötelerine dikin gözünüzü. Bırakın gözünüz sınırları ihlal
etsin. İşte o vakit, her bitkinin, her ağacın kendine özgü bir, hattâ birkaç
ritmi olduğunu göreceksiniz: Yapraklar, çiçekler, meyveler, tohumlar. Şu kiraz
ağacında, baharda açan çiçekler sonbaharda birer birer dökülecek. O vakit ister
hayatta ister ölmüş olsun, her varlığı ve her cismi kavrayacaksınız… etrafındaki evlerle, yapılarla, kentlerle,
manzaralarla birlikte.
O gece yeni sanrılar
gördüm; halüsinojenlerin en etkilisi olan gerçeklik gözlerimin önünde
duruyordu. Dayanılır gibi değildi. Klinikteki arkadaşlarımdan biri çok şanslı:
sanrı olarak hep yılanlar, fareler, kurtçuklar, sevimli şeyler görür. Ben
gerçekliği görüyorum. Kalktım, ortalık biraz aydınlansın ve biraz daha az
gerçek olsun diye bir umut ışığı yaktım.
Umutsuzluk anlaşılmadan şizofreni
anlaşılamaz.
Elbette ‘anlamak’ derken
salt fikrî bir süreci kastetmiyorum. Anlamak için aslında sevmek de denebilir.
Fakat bu kadar ayağa düşen bir kelime daha yoktur herhalde.
Birey [artık]… el attığı
her şeyin cansızlaştığı bir dünyadadır. Bu safhada önünde yalnızca iki ihtimal
kalmış gibidir:
1. Her şeye rağmen kendisi olmaya karar verebilir, ya
da
2. Kendine kıymaya yeltenebilir.
Hayata geçirilmesi
halinde her iki tasarı da muhtemelen aleni psikoz ile sonuçlanır.
“Teorize etmeden
çalışalım,” der Martin, Voltaire’in Candide’inde.
“Hayatı katlanılabilir kılmanın tek yolu budur.”
Suçluluk hissi,
sessizliğin içinden Varlığın kendine yaptığı bir çağrıdır, der Heidegger.
Kendi kendine intihar
edilmez.
Ben zaten bir anlamda
ölmüştüm. Kendimi diğer insanlardan koparıp kendi sessizliğime gömülmüştüm.
Şimdi görüyorum ki böyle yaptığında bir anlamda ölmüş oluyorsun. Dünyada öteki
insanlarla birlikte yaşamak
zorundasın. Aksi takdirde içinde bir şeyler ölüyor. Aptalca geliyor. Tam olarak
anlamıyorum ama sanki öyle bir şeyler oluyor. Çok acayip.
Biraz rahatladım… gerçeği
görmüyordum artık; gördüklerim bir masa, bir iskemle, her günkü hikâyelerdi,
hepsi sahteydi, işler yolundaydı yani.
…şizofren, kendisini
anladığını hissettiği biriyle karşılaştığında şizofren olmaktan çıkar.
Eylem imkânın çıkmaz
sokağıdır.
* Yukarıdaki metinde yazılanların hiçbirini ben yazmadım. Bir önceki gönderimde adı geçen iki kitabın da aralarında bulunduğu birkaç okumadan çıkardığım notlardan kolajladım. Notların tamamını ve neyin nereden geldiğini bilahare paylaşmam ihtimalim dahilinde.
O zamana kadar, üstteki kolajın bonusu niyetine, buyrun burdan da yakın.
O zamana kadar, üstteki kolajın bonusu niyetine, buyrun burdan da yakın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder