Yer yer beylik tanımlar çerçevesinde kalan ifadelerle açmaya çalışayım.
‘Ses’ müziğin yapıtaşı. Her yapıtaşı gibi
diğer taşlarla ancak belli bir biçimde bir araya gelerek bir ‘yapı’nın parçası
olabilir. Bu bir araya geliş biçimi, en basitinden, ritmdir mesela. Fakat salt
sessizliğin müzikal bir değeri olabilirse de, ritmi olmaz. O
yüzden, öyle ya da böyle, sese dayanır müzik. Ses ise, ancak titreşimden;
titreşim de, her işteş fiil gibi ‘birden çok’tan doğar. Titreşim, kendindeliğin
ve başkalığın iç içeliğinin en görünmez tezahürüdür. Titreşimin işitilirliğini
mümkün kılan ortamı, örneğin havayı, bir kenara bıraktığımızda dahi, titreşimin
olmazsa olmazı birbirine göre hareket halinde iki cisimdir. Bu cisimler ister
bir sazın telleri ile ona vuran bir tezene, ister gergin bir hayvan derisi ve bir tokmak,
isterse de aralarındaki açıklıkla ‘birden çok’laşmış ses telleri olsun insanın;
ses, her daim söz konusu ‘birden çok’un sınırlarının buluşmasına muhtaçtır. Ses,
iki şeyin sınırlarının buluşmasından çıkar. Ayrı, yalıtık, kendide oluşların
gerçekliğine ve yalanlığına işarettir ses. Elbette gürültü de öyledir. Aradaki
farkı, çok kabaca söylemek gerekirse, ahenk oluşturur. Dolayısıyla müzik,
sınırların buluşmasından ahenk devşirerek – ya da bu buluşmadaki ahengi
keşfederek, algılanır kılarak, sınırlarla ayrılmışların bin bir anlık ‘bir’leşmelerine
işaret ve tanıklık eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder