24 Ara 2011

Müzik Felsefesinin Sefaleti - II


Sınırları aş(ındır)ma çabası olarak müzik.

Yer yer beylik tanımlar çerçevesinde kalan ifadelerle açmaya çalışayım.

‘Ses’ müziğin yapıtaşı. Her yapıtaşı gibi diğer taşlarla ancak belli bir biçimde bir araya gelerek bir ‘yapı’nın parçası olabilir. Bu bir araya geliş biçimi, en basitinden, ritmdir mesela. Fakat salt sessizliğin müzikal bir değeri olabilirse de, ritmi olmaz. O yüzden, öyle ya da böyle, sese dayanır müzik. Ses ise, ancak titreşimden; titreşim de, her işteş fiil gibi ‘birden çok’tan doğar. Titreşim, kendindeliğin ve başkalığın iç içeliğinin en görünmez tezahürüdür. Titreşimin işitilirliğini mümkün kılan ortamı, örneğin havayı, bir kenara bıraktığımızda dahi, titreşimin olmazsa olmazı birbirine göre hareket halinde iki cisimdir. Bu cisimler ister bir sazın telleri ile ona vuran bir tezene, ister gergin bir hayvan derisi ve bir tokmak, isterse de aralarındaki açıklıkla ‘birden çok’laşmış ses telleri olsun insanın; ses, her daim söz konusu ‘birden çok’un sınırlarının buluşmasına muhtaçtır. Ses, iki şeyin sınırlarının buluşmasından çıkar. Ayrı, yalıtık, kendide oluşların gerçekliğine ve yalanlığına işarettir ses. Elbette gürültü de öyledir. Aradaki farkı, çok kabaca söylemek gerekirse, ahenk oluşturur. Dolayısıyla müzik, sınırların buluşmasından ahenk devşirerek – ya da bu buluşmadaki ahengi keşfederek, algılanır kılarak, sınırlarla ayrılmışların bin bir anlık ‘bir’leşmelerine işaret ve tanıklık eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder