Önü dün.
P1 dâhilindeki bir diğer mühim faaliyetimiz, temmuz başında gerçekleştirdiğimiz Paris gezisiydi. Bu seyahat her şeyden önce benim Hollanda dışına ilk çıkışım olması itibariyle anlamlıydı. Ayriyeten, herhangi bir Newton mekaniği nesnesinin aksine tek başımayken atalet katsayımın yüksek olması ve dolayısıyla Pelin olmasa kim bilir ne zaman yapacağım bir teşebbüs olduğu için özel, Beril’in muhteşem mihmandarlığı ve misafirperverliği ile teptiğimiz yollar ve geçirdiğimiz zamanlar ile güzeldi. Meraklısı için bunun da fotoğrafları mevcut feysbukta. Biz orada bulunduğumuz süre boyunca Beril’in adeta bir uzvu haline gelen Paris haritası ve günde en az 5 kez yapılan bir sonraki gün planlarıyla ‘bilinçli şaşkın turist’ halimiz görülmeye değerdi. Hatırda kalan başlıca anlardan bir demet;
-doyumsuz kahvaltılar,
-Kiç Bar’da içilen Shrek,
-Pont Neuf (alt-an: Beril’in bir fotoğraf pozu için şuursuzca yolun karşısından koşuşu),
-güzelim Rodin evi ve müzesi (alt-an: bahçeye bir defile için kondurulmuş sera kılıklı ucube yapı),
-Lüksemburg bahçeleri,
-Monopol’ün Brezilya versiyonunu oynarken bir kartı bir türlü alamayan Salim’in üçümüzü kendisine karşı ittifak oluşturmakla suçlayıp iflas etmesinin ardından Pelin, Beril ve benim bu komplo teorisinin haklı olmadığını kanıtlamak için saatlerce oyuna devam edip aramızdan bir monopol çıkaramadan sabahın erken saatlerinde oyunu bırakmak zorunda kalışımız,
-son gün Pere Lechaise turu (alt-an: dakikalarca Merleau-Ponty’nin mezarını arayıp sonunda buluşumuz).
Fakat genel olarak Paris, keşmekeşi, zahmetli ulaşım düzeni, pisliği, aşırı turist kalabalığı vs. ile tam bir çullanık metropol olması nedeniyle, Amsterdam’dan sonra çok da cazip gelmedi doğrusu. Biraz daha abartıp İstanbul’u beğenmeyen o şovenist İzmir yaklaşımıyla söyleyecek olsak: Amsterdam güzel Paris boktandı.
Paris faslını da tamamlayıp eve döndüğümüzde, Amsterdam’da geçirdiğimiz müteakip haftaların bana kalırsa en önemli olayı, (ufak bir ses yumuşatmasıyla P4 olarak da anılabilecek olan) bisikletlenmekti. Aylardır pek çok farklı kişinin Amsterdam’da bisikletsiz yaşıyor oluşuma şaşırmaları ve Aylin’in neredeyse haftasonu-aşırı beni bisiklet almaya davet etmesi gibi itici güçlerin kümülatif etkisi yeter seviyeye ulaşmış olacak ki, nihayet Pelin’le gidip 2 gün arayla kendimize elden düşme birer bisiklet aldık. Tez zamanda sevdik bisikletlerimiz, benimsedik. Çift sarılı yaz günlerinin ikinci sarılarında akşam turları yaptık, mutlu olduk. Yalnız Aylin’den öğrendiğime göre burada her bisikletin bir adının olması gerekiyormuş, trafikte polisler çevirip adını sorabiliyorlarmış. Benimki hâlâ anonim; önerilerinizi beklerim efendim.
İşte bu güzel Amsterdam günlerimizin sonunda sıra büyük yıllık iznim çerçevesinde Pelin’le Türkiye’ye dönüşe gelmişti ki, yazın son oyun gecesinde, o sıralar Britik sularda mukim Ali Rıza ve Sümerjan kıvılcımlı yeni bir oyun örgütlenmesi projesi hâsıl oldu. Tatile başlamadan hemen önce ayak(skype)üstü 4 kişilik bir toplantı çevirip, ne yapılabilir nasıl olurları konuştuk. Haberdar olmayanlar için özetlemeye devam edeyim, her şey Greenwich’de küçük ama etkileyici bir ürün yelpazesine sahip mahalli bir oyun dükkânından feyz almakla başlıyor. (Merak edenler için söz konusu oyuncakçının sitesi). Başta kutu oyunları olmak üzere envai çeşit oyun satan bu dükkân görülünce deniyor ki ‘aa, biz de böyle bir şey yapsak ya!’ Sonra olaylar gelişiyor, daha doğrusu henüz gelişmemişse de 22 Temmuz tarihli sıfırıncı toplantıda ne yönlere doğru gelişebileceği konuşuluyor. İlk evvela tercihen online ortamda bir oyun havuzu oluşturulması eylemliğinde karar kılınıyor. Bunun için isteyen herkes gelsin, bildiği ya da yeni öğrendiği oyunları paylaşsın, bissürü oyunumuz olsun; daha çok öğrenelim, paylaşalım, oynayalım şiarı benimseniyor. Tıpkı Ali Rıza’nın hazırlayıp ilgimize sunacağı Oyun Bildirim Formu gibi; böyle bir ortaklık için geçtiğimiz günlerde dünyaya gelen haberleşme grubumuza da hepinizi dört gözle bekliyoruz (http://groups.google.com.tr/group/gamehunters). Pek yakında faal duruma geçeceğini umduğum bu heyecan verici organizasyonda ne kadar çok olursak o kadar güzel olacağızdır bence. Sence de mi?
İkinci tefrikayı burada noktalarken, bugün yaklaşık iki ay aradan sonra yeşil sahalara dönüş yaptığımı, bundan duyduğum coşkuyu ve rahatlamayı paylaşmak, ancak futbolun içinde olan minik bir sakatlıktan payıma düşeni alıp sağ ayak başparmağımı morartmış olduğumu bildirmek isterim. Üçüncü bölümde Türkiye ayağına da değinip yazmalar arasındaki tüm mesafe-i vakti kat etmeği ümit eder, gözlerinizden öperim.
Arkası yakın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder