Meslek icabı gün boyu ekrandaki metinler üzerinde bol bol imleç sallıyorum. Bana imlemedeki yardımlarının ufak bir karşılığı olarak belki de, arada başıboş gezintilere çıkarıyorum imleç efendiyi harfler arasında, çoğu zaman gayrı ihtiyari... Son günlerde tesadüfî bir buluşmanın sıklığının giderek arttığını fark ettim – uzaktan bakılınca pekala büyük I sanılabilecek olan dikey doğru parçası kisvesindeki imleç ile “o” harfinin buluşmasından bahsediyorum. Bir diğer buluşma da bakışlarım ve beynim ile ortaya çıkan geometrik manzara arasında yaşanıyor elbette. Sonra o gereksiz zihinsel geçişler silsilesi genişleyerek bu saçma yazıya kadar uzuyor.
Evet, I imlecinin “o” harfçiğiyle öpüşmesi, Φ imini meydana getiriyor, ben de öyle bakıp düşünüyorum her seferinde. Aa, Yunancadaki Fi harfi diyorum, fi tarihinden kalma harflerin en güzeli. Sonra diyorum ki, bir de boş küme tabii. İçinde hiçbir şey olmayanın sembolü… Aslında daha matematiksel bir dille söylemek gerekirse, içinde hiçbir şey olanın... Her şeyin alt kümesi olan, ama altında hiçbir başka küme olmayan, olsa olsa sonsuz tane kendisinden olan o şeyin.
Sonra hikayeyi bir adım daha öteye götürüp ‘cursor’ diye düşünüyorum, ‘lanetleyici’ mi demek acaba bir yandan? Valla görünüşe bakılırsa bu fantezi hiç de inanılmaz durmuyor. Baksanıza kendi halindeki o harfi öpmesiyle hiçliğe nasıl da yuvarlayıverdi o’nu lanet olasıca!
Ama güzel buluyorum işte Φ işaretini. Hem hatırlıyorum, (Fluxus’ın F’si münasebetiyle olsa gerek) hem manyetik hem optik akış birimini imlemek için de kullanıyordu bu sembol fizikte. Boşlukta akan ışık; ilerleyen dalgalar – ışımaya dikilmiş boş bakışlar ve sair şeyler…
Ardından gerçekliğe yumuşak bir dönüş yapmak için belki, kendimi söz konusu sembole dair malumat içeren internet sayfalarında buluyorum. O da nesi! Meğer o boşluk simgesi olan “lanetli o” ile Yunancadaki malum harf arasındaki ilişki bir cisim benzerliğinden ibaretmiş. Boşluğun imi olan aslında Φ değil de Æ imiş. İlk olarak Nordik bir matematikçi kullanmış bunu vakt-i zamanında. Hani o dillerdeki bildiğimiz Ö olarak okuduğumuz harf var ya, oymuş işte. Jes Høgh’ün ø’sü yani, ya da Søren Kierkegaard’ın…
‘Özlem’in ö’sü mü yani, diye soruyorum kendime. Yoksa başka bir şeyin mi?
Cevabı bilmiyormuş gibi yapıyorum.