Derken ludozofik malzemeler içerisinde görüp -ilk nerden nasıl karşıma çıktı hatırlamıyorum bile- çevirmeye karar verdiğim bir Kostas Axelos metni. Kısacık, hafif kriptik, oyuncul. Bugün bu çeviriyi siz kıymetli Tabldog okuyucularıyla da paylaşmak için burdayım.
Tanımayanlar için, buna ben de dahilim, özellikle Heidegger ve pre-sokratik felsefe olmak üzere kıta felsefesi sularında yüzen, ama bunu ciddi bir Marksist sol perspektifle harmanlayan ve tüm bu geçişkenliklerde oyun ve oynamak üzerine kafa yormuş bir Yunan-Fransız güzel abi Axelos. Görebildiğim kadarıyla Türkçe'de yayınlanmış tek kitabı Turhan Ilgaz çevirisiyle Kırmızı Yayınları'ndan çıkan Genç Bir Düşünüre Mektuplar.
İşbu takdime konu olan metinden ve çeviri sürecinden de kısaca bahsedeyim. Aşağıda Türkçesini okuyacağınız metin Axelos'un asıl olarak 1967-70 yıllarında Avrupa'nın çeşitli üniversitelerinde konferanslarda sunduğu ve 1970'te Fransızca olarak kaleme aldığı Le Jeu de l'Ensemble des Ensembles imiş. Benim karşıma çıkan ve okuyup yola koyulmama vesile olan İngilizce çevirisi, SubStance dergisinde yayınlanan Play as the System of Systems oldu. Bu çeviri üzerinden Türkçeleştirirken İngilizcesindeki kimi noktalar yeterince anlaşılır ve tutarlı gelemediği için içime ve aklıma sinmeyen bir Türkçe metin çıkacak gibi hissetmeye başlamıştım ki, hikayenin sonu böyle bitseydi sonucu ne Ludozofi'de ne de burada paylaşacaktım muhtemelen. Amma velakin bu ilk metinle oynaşma sırasında ayakbağı olan noktaları eşelerken Beverly Livingston imzalı ikinci bir İngilizce çeviri çıktı karşıma: The Set's Game-Play of Sets. İlkine göre daha özenli ve eli yüzü düzgün görünen bu çevirinin gerçekten göründüğü gibi olup olmadığını anlamanın yolu ise orijinal metne dönmekti elbette. Dolayısıyla Türkçe metni son haline getirirken, çelişik oldukları yerlerde orijinal metne bakmak suretiyle, mukayeseli olarak iki farklı İngilizce çeviriden faydalandım. Bu haliyle daha manalı bir Türkçe metne ulaştığım hissine ulaşmam neticesindedir ki Kümeler Kümesinin Oyununu koltuğumun altına sıkıştırdığım gibi soluğu burda aldım.
Merak edenler için İngilizce metinlere şurdan, Fransızca metne de şurdan ulaşabilirsiniz. İyi okumalar.
* * *
KÜMELER
KÜMESİNİN OYUNU
Hiç lafı
gevelemeden iki alıntıyla başlayalım: İlki Marx’tan. Marx Kapital’de,
kapitalist sistemin, işçinin kendi işinden “kendi fiziksel ve zihinsel güçlerinin
bir oyunu olarak” keyif almasına mani olduğunu yazar. Diğer alıntı Heidegger’den. “Metafiziğin onto-teolojik doğası”nda [Özdeşlik ve Ayrım] şöyle der: “Varlık’ın özü bizatihi
Oyun’dur.” Bu iki alıntı hiç de birbirinden kopuk, ayrıksı ya da alakasız değildir. Yine Kapital’de Marx “oyun” sözcüğünü oynak bir şekilde kullanarak şöyle der: “aynı zamanda yeknesak çalışma sinir sistemine okkalı bir saldırıdır, kasların muhtelif oyunlarını tahakküm altına alarak, gerek fiziksel gerek
zihinsel tüm
serbest faaliyeti zapteder.” Buna mukabil Aklın
İlkesi’nde [The Principle of Reason] Heidegger şöyle sorar: “Varlık hakkında düşünürken... oyunun özünden mi başlamalıyız?” Marx yabancılaşma ve sömürünün, işçinin kendi faaliyetlerini oyun olarak
ortaya koymasını engellediğini düşünür. Kapitalizmin arzulanan ilgası,
insanların muhtelif faaliyetlerinin kendini oyun içinde ve oyun olarak
ifadesine izin verirdi. Böylece çalışma (zorunlu) ile oyun (serbest) arasındaki ayrım ortadan kalkmış olurdu. Marx bu fikir üzerinde etraflıca durmamıştır. Heidegger’e göre oyun,
oyun zemini üzerinden kavranabilecek olan Varlık’ın özünü teşkil eder fakat bunun tam tersi doğru değildir. Bu düşünce de saman alevi gibi geçmiştir. Heidegger bunun üzerine gitmemiş, çıkacak sonuçların peşine düşmemiştir. Hatta, görünen o ki, bu fikri
terk etmiştir.
Marx, ontolojik ufukta, ontiko-(ontolojik)
düşünmektedir. İnsan çalışmasını üretim ve dünyanın oto-üretimini mümkün kılan techné olarak düşünür. Oyun haline gelebilecek olan, işte bu pratik dünya-yapıcı çalışmadır. Ontik’e takan Heidegger ontolojiko-(ontik) olarak düşünmektedir. Varlık’ın insan tarafından
unutulmuş olan
anlamı hakkında düşünür. Varlık ve insanın varlığı birbiriyle ilintili olduğuna göre, Varlık’ın anlamı Oyun’da saklı olabilir.
Marx ve
Heidegger; ikisinin arasında yer alan, oyunun Heraklitos etkisindeki modern düşünürü Nietzsche ile birlikte, felsefe ve
metafiziğin ötesine geçmeyi denerler. Dünya’yı ya da Varlık’ı aşkın bir ideal ilkeye, Doğru, İyi ve Güzel’in kaynağına bağımlı kılmaması bakımından bu düşünce “metafelsefi” olarak adlandırılabilir.
Peki bu öteye
geçen felsefe ve düşünce, yani Oyun, nerede ve nasıl karşımıza çıkar?
Oyunun yerini ve durumunu bulmaya çalışarak başlayalım.
İnsanın oyununu dünyanın oyununa bağlayan temel güçlerin oluşturduğu büyük kümede karşımıza çıkar oyun. Bu oyun; dil ve düşünceyle, çalışma ve mücadeleyle, aşk ve ölümle, bu küme dahilindeki insan oyunu olarak, dünyadaki oyunlar kümesi olarak
açığa çıkar. Temel güçler büyük güçlere nüfuz
ederken, büyük güçler kümesi de temel güçlerin oyununa yön vererek bu oyunu
dünyanın dolayımlanmış oyununa uydurur. Sözkonusu büyük güçler: büyü, mitos, din, şiir, sanat, siyaset, felsefe, bilim
ve technédir. Temel güçler kümesi ile
büyük güçler kümesi arasındaki oyun, logos ile praxis arasındaki oyuna dayanır.
Eflatun’dan
bu yana insanın oyununu dünyanın oyununa bağlayan oyun hep metafiziken düşünülmüştür. Oyun-olmayan üzerinden, oyuna ve oyun-olmayana hükmeden kavramlarla düşünülmüştür. Bu idealist felsefe Hegel’den bu yana en üst noktasını ve sonunu yaşıyor. Öyleyse felsefi düşünceye ne olmakta? Felsefe bilimlerin
temeliydi. Şimdi ise
Felsefenin kümesi bizzat bilimler kümesinde zuhur ediyor. Bilimler kümesinin
iki altkümesi vardır (hernekadar bu ayrım yeterince sorunsallaştırılmıyorsa da):
a) doğal bilimler,
b) sosyal bilimler.
Bunların
ikincisinde şu
unsurlar kümesi baskındır:
mantık, lojistik, dilbilim, psikolojik antropoloji ve sosyoloji.
Peki felsefenin
akıbeti?
- Felsefe, tarih felsefesine iltica etmektedir.
- Yerini bilimlere bırakmaktadır.
- Ön-felsefe olmaktan çıkıp meta-felsefeye; küresel ve parçalı, açık, dünya-çapında ve gezegensel olan çok-boyutlu ve sorgulayıcı düşünceye doğru yol almaktadır.
Bu süreçte, muhasebe
meraklıları için haneye bir kazanç bir de kayıp yazmalı. Kayıp şudur ki,
bilimler düşünmekten ziyade üretir. Tekno-bilimsel olarak işler ve dönüştürürler. Kazanç olarak ise önyargılı düşünmenin ötesine geçme ihtimali bulunmaktadır.
Tüm felsefi
düşünceler, Dünya’nın Varlık’ına – çok-boyutlu ve açık bir dünyanın parçalı ve parçalanmış bütününde varlığın oluşuna [becoming] kafa patlatmıştır. Bu üç biçimde fakat daima dünyada
bir gerçeklik olarak tasavvur edilmiştir: 1) Logos-physis
olarak (Yunan düşüncesinde), 2) Logos-Tanrı olarak (Yahudi-Hıristiyan düşüncesinde), ve 3) Logos-insan olarak (modern Avrupa düşüncesinde).
Düşünen insanlığın büyük düşünceleri bu üç mefhumdan ibarettir. Hem eşzamanlı [synchronic]
hem artzamanlı [diachronic] olarak
var olmuşlardır, ancak bunlardan ikincisi düşünce tarihinde daha yaygın ve belki de daha önemlidir.
Tanrı tecelli
ettiğinde physis ölür. Tanrı, insana –Tanrı’nın oğluna ve insanın çarmıhta can veren oğluna– dönüşerek ölmeye başlar ve kendini Özne olarak her şeyin merkezine yerleştiren insanın onu öldürmesiyle son nefesini verir. Ne var
ki, bizzat insan da kendi aşkınlığına doğru dört nala koşmaktadır. Felsefenin sonuyla birlikte
hümanizm de güdüklüğünün kusurluluğu içinde telef olur. Nesnel, düşünen, etkin bir özne olarak insan daha şimdiden, çok uzun sürecek olan vefat sürecine girmiştir. Sosyal bilimler insanı kurmaz.
Aksine, günümüz sosyal bilimlerinin önde gelen isimlerinden Lévi-Strauss,
söylediği şeyin önemini tam olarak kavramadan şöyle demiştir: “sosyal bilimlerin son görevi insanı kurmak değil, onu çözmektir.” İyi ama çözülüp neye dönüşecek?
“Dünyanın
oyunu” daha önce nasıl ifade edilmişti? Heraklitos ve Eflatun, Meseller’inde Hz. Süleyman, Schiller ve
Novalis, Marx, Nietzsche ve Heidegger, Fink, bunu neredeyse açıkça, neredeyse
eksiksiz biçimde dile getirmişlerdir.1
“Oyun”
kelimesinin “dünyanın oyunu” manasındaki anlamı yavaş yavaş daha belirgin hale geliyordur
sanırım. Buradaki oyunun manası artık insan oyunu yahut dünya içindeki oyun değil; “bizatihi” dünyanın oyunu, oyun
olarak dünya, oyunun tezahürü ve burada insan(ın oyunu) ile dünya(nın oyunu)nun
– birleşmek üzere – buluşmasıdır. İnsan oyuncunun feriştahıdır [par excellence]. Fakat durmadan alt edilir. Dünya verili ya da
kabul edilmiş
kurallara – halen
uysa da – artık uymamaktadır. Bu kuralları kombinasyonlarıyla birlikte yutar.
Zira, kümeler kümesi gibi kurala-tabi olan tüm bu kümeler, her şeyin ötesinde, bize
dünyadaki anlamların yorumlarını ve imkanlarını sunarlar. İnsanın oyunuyla ve dünya tarihi oyunuyla oynayan
dünyanın-oyunu, onunla oynayan biz oyunculardan daha güçlüdür.
Temel güçler
ve büyük güçler, hepten ve kısmen, özgül oyun kümelerine bağlıdır. Dilbilim dili birleşimsel [combinatory]
bir sistem, göstergeler ve kurallar arasındaki bir oyun olarak görür. Lojistik
olarak mantık, düşünceye kendine has kuralları olan sibernetik bir oyun
muamelesi yapar. Marx’ın “iktisat” ve “siyaset” anlayışına göre çalışma oyun haline gelmelidir ve iktidarı
ele geçirme mücadelesinde oyunun muhtelif biçimleri harekete geçirilir. Gezegensel
çağda çeşitli aşk oyunları aşkın formunu ve tözünü arar: neredeyse dolaysız
cinsellikten başlayıp erotikten geçerek ailenin problematik doğasına varıncaya dek. Son olarak ölüm ile oynarız. Bizi zapteden ölümcül
oyunlar. Tüm bunlar olurken daha nice oyunlar
oynarız. Oyunun kendisi ne ciddidir ne oyuncul, ne zorunludur ne gereksiz. Mitoloji, çağdaş mitoloji, bilgisayarları kullanarak
tüm mitleri kodlayıp onlarla oynar. Din,
kısmen mitten arındırılmış da olsa, mitolojik oyunu oynamakta ısrar eder ve kutsal sistem içerisinde insanın oyununu ilahi oyuna
bağlar. Şiir ve sanat her geçen gün daha açıktan oyun haline geliyor.2 Dünya
siyasetinin iyi kötü ampirik oyunu
halen ve aktörlerine rağmen oynanmaya devam eder. Bu oyun giderek daha fazla teknoloji oyunlarınca belirlenip bilim tarafından şekillendirilir. (Örneğin matematik ve siyaset bilimi, olasılık teorisi ve ilgili stratejilerini
Oyun Teorisinin başlıca unsurları olarak görür.) Düşüncenin kendisi, merhum felsefeyi ve onun yerini alan teknikleşmiş bilimleri sorgulamak suretiyle
oyunu, yani dünyanın oyununu, insanı dünyaya bağlayan oyunu, kümeler kümesinin
oyununu tasavvur etmeye çalışır.3
“Dünyanın
oyunu” çağının önünde bir kavramdır, fakat bunula beraber doğru yönde atılmış bir adımdır: oyunu maskeleyen ve
reddedenler dahil tüm düşünce ve deneyimlerin oyununun
zaman-mekanını oluşturur. Sloganlar ve dünya görüşleri çağında, yeni bir dünya görüşünün şiarı değildir. Dünya oyununun gezegensel düşüncesi – ki tatbik edilmeye başlamış olmakla birlikte daha yolun başındadır – bizim asli görevimizdir. Farklı
oyun plan ve şemalarına
gönül vermiş olsak bile, onları deneyimlemeye ve
düşünmeye çalışalım. Oyundaki tüm ortaklar ve rakipler problematik hale gelse
de biz bu meseleden – sorguladığımız ve bizi sorgulamakta olan şeyden – nesnel ve mutlak bir şey yapmayı reddedelim.
Peki günümüzde
ne düşünebilir, ne yapabiliriz?
1. Mitten
arındırılmış ilahiyat
üreterek, kendini tanrının ölümü ilahiyatına adayarak veya dünyevi bir dinin
kuramlarına ve ayinlerine kendini feda ederek, çoktan tarihe gömülmüş olan
mutlak logos-Tanrı yeniden canlandırılabilir.
2. Teknobilimsel
bir taarruz ile diğer iki antik mutlağa – tabiata ve tarihsel insana – saldırırken,
ileri teknik bilimsel araştırmalara kalkışılabilir.
3. Yönetimi ve
iktidarı tahkim veya alaşağı etmek amacıyla pragmatik veya
mesihvari politikalar peşinden koşulabilir.
4. Varlık arayışı/tahkikatı, onun nisyanı ve gizlenişini düşünen bir düşünce ile devam ettirilebilir ki söz
konusu gizleniş daha
sonra kendisini de gizleyerek bizi muallakta bırakacaktır. Bu Parmenides,
Eflatun, Kant ve Heidegger’in tuttuğu yoldur.
5. Dünyanın
oyunu üzerine –varoluşun tüm zorlukları göze alınarak– düşünmeye başlanabilir; dilbilgisi ve sözdizimi
aracılığıyla, onun çağrısına kulak vererek, zıtların birleşimini kabul eden, oyunbaz, kıvrak ve
tutarlı ve fakat temelsiz bir düşünceyle. Bu Heraklitos, Hegel-Marx ve
Nietzsche’nin tuttuğu yoldur.4
6. Yazmanın
alelade oyunları ve temrinleri arasıra yenilikler yaparak sürdürülebilir ki, bu
da kuramsal, şiirsel,
edebi ve kutsal kitabi kisveler altında, ehemmiyetsiz [de la désignifiance] olanın muhtelif müsveddelerinin sürgit
devamını sağlar.
Yukarıdaki
altı imkan da bize açıktır. Öte yandan felsefe = metafizik, çoktan sonu gelmiş ve miadı dolmuş olsa da çeşitli yollardan bekasını
sürdürecektir.
Dünyanın
oyunu hakkında düşünmeye yeltenenlerin karşısına şöyle bir bir soru çıkar: insanın oyunu
ve dünyadaki oyunlardan dünyanın oyununa ve ikincisinden baştakilere nasıl geçeriz? Muhtemel
cevap şudur:
geçişken varlık, geçici varlık insan sayesinde. İnsan ile dünya arasındaki soru-cevap oyunu insanların
“canevinde” vuku bulur. Çünkü bu iki küme, bir kümeler kümesi oluşturma eğilimindedir.
Enerji-maddeler
kümesi, yaşayan
maddeler kümesi, nörofiziksel ve sosyo-tarihsel enerjiler kümesi, gerek kendi
içlerinde gerekse aralarında, çatışkı, tezat ve çelişkiden azade değildir. Her sistem, her oyun yapısı, bir
çekim gücüne ve bir itim gücüne sahiptir. Homojenliğe (birleşmeye) yönelen sürece – ona karşı koymak ve onu tamamlamak , hatta onu
imha etmek suretiyle – heterojenliğe (ayrışmaya) meyleden süreç eşlik eder. Bu iki bileşik ve almaşık süreç, hem her sistemin kendi içinde hem
de sistemlerin sistemi dahilinde birbirine muhalefet eder. Neden? Çünkü hiçbir
zaman mükellef ve eksiksiz bir tahakkuk/gerçekleşim [actualisation] yoktur. Tam da içkin çelişki ve çatışkılardan dolayı. Şeyler dünyada oynaşmaktadır. Kesinlikle. Hem potansiyel olarak
hem de gerçekleşimler düzeyinde. İşte bu, oyunun ne
“olduğudur”.
Peki oyunun
ve oyunların okurları ve failleri olarak bize düşen nedir? Bizim görevimiz, dünyanın
oyununda diğer tüm oyunları ama en başta da dünyanın oyununu okumayı öğrenmeye dayanır. (Sadece okumayı değil; gerektiğinde kuralları alt üst ederek oynamayı da). Her soruna
dair çoklu perspektiflerle (özne-nesne ikiliğinin ötesine geçen) deneyler yaparak. Mesele –söylenemez,
adlandırılamaz, oynanamaz olan – dünyanın oyununa; onu indirgemeci, tektaraflı,
emperyalist yöntemleriyle tükettiğini iddia eden küçük sistemlere tıkıştırmadan, sükunet ve hüzünle temas
etmektir. Bizden dil ve düşünce oyunları, çalışma ve mücadele oyunları, aşk ve ölüm oyunları talep eden oyuna hazır olmalı. (Hayat yaşamaya değer ya da değmez değildir, zira mesele – yaşamak için bir sebep olsun ya da olmasın –
onu yaşamak değil, onu oynamaktır). İçimizden geliyorsa yükseklerine ulaşmaya çalışarak. Kuşkusuz artık elit oyuncular veya bir oyuncular
eliti yoktur. Yine de kuralları, daha doğrusu oyunun tarzını üretkenlikle büyütüp yoğunlaştıran, muhtaç olduğumuz kişiler vardır.
Zira hepimiz her daim bu oyunun acemisiyizdir. Çünkü oyun mütemadiyen bizden
kaçar. Fakat bize ilham veren de odur. Şüphesiz, apaçık ve korkusuzca şunu kabul etmeyi de öğrenmeliyiz ki, her şey alt edilmiştir [dejouer]. Tüm oyunlar çoktan oynanmıştır. Dolayısıyla size kalan da aynı şekilde, bu derste sözü edilen o
duyulmamış, bu yazıda bahsedilen o çözülmemiş oyunun, kümeler kümesinin oyununun
üzerine oynamaktır [dejouer].
NOTLAR
- Karş. Arguments d’une recherche (Paris: Minuit, 1969) içinde “Brève introduction au jeu de monde”, ve doğal olarak, yani oyunsal olmayarak “Le jeu du monde” (Paris: Minuit, 1969).
- Pek çok roman ve tiyatro-oyunu oyunu dile taşımıştır. Tabii burada tamamını saymamız mümkün değil. Kumarbaz’da genel olarak insanın sorunsallarından söz eden Dostoyevski’yi düşünün. Herman Hesse Boncuk Oyunu’nda, bizzat kendi kültürünü oluşturmayan fakat birleştirici ilişkisel bir oyunda geçmiş kültürün tüm biçimlerini bir araya getiren küçük, elitist bir devletin hikayesini anlatır. Bir bilim-kurgu romanı olan Null-A Dünyası’nda Van Vogt, yeryüzündeki hükümet politikalarına karar veren bir bir oyun makinasını tasvir eder. Pirandello ve onun roller oyununu takip eden Beckett, insan komedisinin oyununu, Krapp’ın Son Bandı’nın biteviye saçıldığı Oyun Sonu’nun oyununu, anlamlı ve absürd olanın, trajedi ve komedinin ötesinde, oyunun nihilistçe tekrarıyla sahneye taşır.
- Karş. Vers la pensée planétaire (Paris: Minuit, 1964) içinde “Introduction â la pensée planétaire”.
- Elbette 4. ve 5. seçenekler birbiriyle ilintilidir.