30 Oca 2015

Montogram 2: Kan Tahlili*

“Bak,” dedim “şunu kelimesi kelimesine anlamak gerekiyor: çocuklar siyasi tutuklulardır.”

Kaygıyla baktı bana, biliyordum, hastalığımın geri teptiğini düşünüyordu. Ama umudu yaralamamak için bir şey söylemeye cesaret edemedi, çünkü en çok sevdikleri av söz konusu olunca, kelimeler acımasız birer avcı kesilirler. Zaten hiç kimse kendi benliğiyle, belleğiyle ve hastalıklarıyla yazamaz. Yazma ediminde, yaşamı kişisel olmaktan öteye geçirme, yaşamı onu hapseden şeyden kurtarma girişimi vardır. Asıl mesele her zaman kekeme olmaktır. Konuşurken kekeme olmak değil, bizzat dilin kekemesi olmak. Dil bir enformasyon aracı değil, bir buyruklar sistemidir zira. O halde, emirler vermeden konuşmayı nasıl başarabiliriz ve seslere iktidara karşı savaşma değerini nasıl iade edebiliriz?

Keşke şu kör olası insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi. Diğer çınarlar gibi ellerim dal, ayaklarım kök olaydı keşke. Ama olmadı. Yürüyorum, koşuyorum insan gibi. Kızıyorum da üstelik. Ama işte ben öfkemle uğraşırken ay da gitti battı. Batasıca dünya. Keşke insan gibi duymayaydım.

“Adem’e bir kan tahlili yapmalılardı.”

O gece yeni sanrılar gördüm. Dayanılır gibi değildi. Klinikteki arkadaşlarımdan biri çok şanslı: sanrı olarak hep yılanlar, fareler, kurtçuklar, sevimli şeyler görür. Ben gerçekliği görüyorum.

İşte bu yüzden ağaç senin gözünü kamaştırıyor, seni şaşırtıyor ya da dinlendiriyor; ağaç kabuğunun ve dalların, yaprakların bu kuşku götürmez, kuşkulanılmaz gerçekliği yüzünden. Oysa bir ağaçla hiçbir zaman diyaloğa giremezsin.

Saçma!

Saçmalık asla dilsiz ya da kör değildir. Öyle ki, sorun artık insanların kendilerini ifade etmesini sağlamak değil, onlara, sonrasında nihayet söyleyecek bir şeylerinin olacağı yalnızlık ve sessizlik boşlukları sağlamaktır. Herkesin konuştuğu bir toplantıda kendisinden de birkaç söz istenince, herkesin şarkı söylediği bir toplulukta kendisinden de bir şarkı istenince, konuşmak, şarkı söylemek, korkunç bir küçültücülük taşıyordu içinde.

Gürültüden önümü göremiyordum. Kalktım, ortalık biraz aydınlansın ve biraz daha az gerçek olsun diye bir umut ışığı yaktım. Bir kibrit yaktım demek istiyorum. Kibrit yanmak istiyordu demek istiyorum.

Oysa ağaç senden bir şey istemez. Köpeklerin Tanrısı, kedilerin Tanrısı, yoksulların Tanrısı olabilirsin, elinde bir tasma, biraz ciğer, biraz servet olması bunun için yeterlidir, ama asla bir ağacın efendisi olmayacaksın. Kendin de bir ağaç olmayı istemekten başka bir şey yapamayacaksın. Umut işte…

- Çok yaşlı olmama rağmen, dedi, kodesten başka bir şey tanımıyorum. Dolayısıyla benim umudum kodesten başka bir şey olamaz. Sefaletlerimizin özüyle, bunlardan kurtulma umudunu nasıl ayırabiliriz birbirinden?

Demem o ki, dileyebileceğimiz tek iletişim, modern dünyaya tam olarak uyarlanmış haliyle, Adorno modeli, denizdeki şişe; ya da Nietzsche modeli, bir düşünürün fırlatıp bir diğerinin topladığı oktur. Çünkü Nini tam olarak hiçbir zaman terk etmez beni. Hâlâ beni hiççi bir eser yaratma konusunda esinlendireceğine inanır; hiççiliğin matrak yanı, umutla beslenmesidir.

Ama yine de… yine de “Adem’e bir kan tahlili yapmalılardı.”








* Metimontenin hazırlanmasında kısmi tahrifatla kullanılan malzemeler:
  • Müzakereler, G.Deleuze (Çev: İnci Uysal)
  • Yalan-Roman, E.Ajar (Çev: Roza Hakmen)
  • Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, B.Karasu
  • İzmir Postası’nın Adamları, A.Büke
  • Yüceler Yücesi, M.Blanchot (Çev: İsmail Yerguz)
  • Uyuyan Adam, G.Perec (Çev: Sosi Dolanoğlu)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder