16 Kas 2009

Ev-et

Evet, anlar var.


Bir de anlaşılmak inancı – umudu.


Bilen bilir, bilmeyen de tahmin eder; yazmak her daim hesaplaşmalı bir şeyler içermiştir benim için. Ama böyle bir mecradan yazmak çok yeni, bilinmedik ve ne yalan söylemeli, heyecan verici.


Son kamuyane (publicly için şimdi uydurmak zorunda kaldım bunu) yazışların, ‘birileri için’ yazma deneyimlerimizin, fiilen bir araya gelişimizle sonlanmış olması gerçeği aklımdadır hâlâ mesela (bkz. Ahmet Haşim Caddesi, No:52). Dolayısıyla madem gerçekten uzaktayım şimdi, demek ki yazmanın tam zamanı…

“İyi de bu blogun içeriği ne olacak,” diye soranlar oldu bana, aklından geçirip sormayanlar da olmuştur belki; cevap: bilmiyorum. Anları zamana uzatmadan yazabilenler gibi yapabilmek isterim aslında. Minik gündelikleri patır patır döküp geçmek. Becerebilir miyim? Gerçekten bilmiyorum.

Bakıyorum da neredeyse 20 gün olmuş geleli. Özet geçeyim ki bugün derse ilk defa katılanların notları eksik kalmasın. İlk 15 günüm, bir daha öylesi bir yerde kalabileceğime dair ciddi kuşkular uyandıran bir otel dairesinde geçti. Şehrin gösgöbeğinde ve güpgüzel kanal manzaralarıyla bezeli bir yerdi. Fotoğraf makinem olmamasında ne kadar hayıflansam azdı, bayağı bir hayıflandım ama yetmedi işte – ki halen mahrumum bir makineden ve hayıflanmaktayım. Söz konusu mekan, gelişimden sonraki ilk Pazartesi başladığım işime yürüme mesafesindeydi. Gittim geldim, gittim geldim (merak edenler olursa iş ve iş arkadaşları en azından ‘bir’ başka yazı konusu). Derken geçtiğimiz Çarşamba ‘şirket evi’ dedikleri bir eve taşındım, bildiğiniz ev. Böylece en geç aralık sonuna kadar bir adet İngiliz ev arkadaşım ve işe yaklaşık 5 km’lik bir yolum oldu. Tabii bu mesafe tabanvaydan tramvaya terfi (yoksa tenzil mi demeli) etmemi de beraberinde getirdi. İnsan namına turistten bol bir şey görmediğim muhitlerden uzaklaşıp ‘nezih’ bir semte uzanmak suretiyle şehre karışır oldum haliyle. İskan ve yerleşim bazında geldiğim nokta özetle budur.

Az evvel telefonum çaldı, adamın biri “bana mesaj göndermişsiniz,” dedi, “ev için.”

“Bir yer buldunuz mu, yoksa hâlâ arıyor musunuz?” “Arıyorum,” dedim, “yalnız hangi ev, çıkaramadım da...”


(Tabii her akşam internette bakıp dolanıp üçer beşer kişiye şu sabit mesajı gönderince insan bilemiyor hangisi olduğunu: ‘merhaba, ben TomTom’da çalışmak üzere Amsterdam’a yeni gelen bir yabancıyım. En az 12 ay için bir ev bakıyorum. Rica etsem evinizin tam adresini / fotoğraflarını gönderebilir misiniz? // Müsait bir zamanda görmeye gelebilir miyim?’ Tabii şimdiye kadar kaç evi gidip gördün derseniz: sıfır. Bu akşam bir ilk olacaktı aslında, iş çıkışı bir adresin kapısına kadar gittim ama olmadı, bulamadım (muhtemelen) hayvan ev sahibini, gerisin geri evime (?) yollandım)


Kaizerstraat, 200 numaraymış. “Tamam, yarın akşam 6 gibi gelirim.”


Bu durumda ne yapmak gerekiyor? Hemen e-mailleri… (biliyorum çok bölündü ama n’apayım, telefon çaldı yine. Şimdi de kayıp ev sahibi aradı; evet, hayvanmış… unutmuşmuş!!) Ne diyordum, hah, şimdi hemen e-mailleri karıştırıp bu ev neyin nesiymiş bakıp ona göre yarın gitmeye değip değmeyeceğine karar vermek gerekiyor.


İlk postumuz da ancak bu kadar kötü bağlanabilirdiymiiş…



Evsizliğime verin, evinizin kıymeti bilin…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder