24 Mar 2013

Montogram 1: Benaltından Notlar*



Bölümlerden ve parçalardan meydana gelen bir toplumda bir insan kimliğe ve hayat hikayesine dair bir anlatı nasıl oluşturabilir?


Felsefeci Hans-Georg Gadamer’e göre “biz olan benlik kendine sahip değildir; denebilir ki [benlik]” zamanın tesadüfleri ve tarihin parçalarına tabi olmak kaydıyla “vuku bulur.” Dolayısıyla “bireyin kendi-farkındalığı,” der Gadamer, “tarihsel yaşamın kapalı devresinde bir kırpışmadan ibarettir.” İşte bu, modern kapitalizmdeki karakterin sorunudur. Tarih oradadır fakat güçlüklerin müşterek bir anlatısı ve dolayısıyla müşterek bir yazgı mevcut değildir. Bu şartlar altında karakter aşınmaya uğrar… 

Kapitalizmin hareketinin döngüsel münavebelere nüfuz ettiği akışkan bir toplumda, üretim ve yıkım süreci (değer kanunu), yaşam ile ölümden oluşan hareketin (doğanın kanununun) altını durmadan oymaktadır.

… kısa-vadeli kapitalizm karakter için bir aşınma tehdidi teşkil eder, bilhassa karakterin insanları birbirine bağlayan ve her birine sürdürülebilir bir benlik hissi sağlayan nitelikleri için.

Yaygın kullanılan haliyle öz-bilinç terimi iki şeyi ifade eder: kişinin kendi kendisinin farkındalığı ve kişinin bir diğer kişinin gözlem nesnesi olarak farkındalığı.

Dışsal dayatımların ürünü olan şeyler çoğunlukla temel birer ihtiyaç sanılır, bu da, otomatizm ile kendiliğindenliği ayırt etmeyi güçleştirir.

… bir şizofrenin deyişiyle, o, kara bir güneşin yakıcı parıltısı altında kavrulmaktadır. Şizoid birey kendi tetkikinin bu kara güneşi, kem gözü altında varlığını sürdürür. Farkındalığının yakıcılığı onun kendiliğindenliğini ve tazeliğini öldürür, tüm sevinci yok eder. Bu yakıcılık altında her şey solup gider.

Gerçek ‘öteki’den gelen tehdit onun her an gitmesi, ölmesi veya duygulara karşılık verememesi ihtimalinden kaynaklanabileceği gibi, öteki, iç-patlama ya da delip geçme biçiminde doğrudan bir tehdidi de temsil ediyor olabilir. Buna karşılık şizoid kişi… genel olarak bütünlük arz eden bir yarı-ikilik olan benliğini iki benlik haline, yani fiili bir ikilik haline getirme yoluna gider.

Bu durumda birey kendini bir şekilde kendi vücudundan ayrılmış veya kopmuş gibi tecrübe eder.  Vücut, bireyin kendi varlığının esası gibi değil, daha ziyade dünyadaki alelade bir nesne olarak hissedilir. Asıl benliğin esası olmak yerine sahte bir benliğin esası olarak hissedilen vücuda, ayrık ve namevcut olan ‘iç’, ‘asıl’ benlik tarafından şefkat, tebessüm ve bazen de nefretle bakılır.

Diğer taraftan, kendi içine kapanmış olan benlik kendini ‘asıl’ benlik olarak görürken personayı yalan addeder.

… bir başka kişinin gözünde bir şey olmak ‘normal’ kişiye korkunç bir tehdit gibi gelmez, fakat şizoid birey için her bir çift göz ona bir Medusa başından bakmaktadır ve ona öyle gelir ki bu bakışlar, içindeki son derece hayatî bir şeyleri bilfiil yok etmeye veya öldürmeye muktedirdir. İşte bu yüzden kendisinin taşlaştırılmasını engellemek adına diğerlerini taşa dönüştürmeye çalışır. Böyle yaparak bir nebze olsun emniyete kavuşabileceğine inanır.

Kişinin kendini taşlaştırması, bir başkası tarafından taşlaştırılmayı engellemenin bir yolu haline gelir.

Kendi kendine intihar edilmez.

…dolayısıyla başlangıçta benlik üzerindeki tahrip edici saldırıları önlemek için bir kalkan veya bariyer olarak oluşturulan şeyler, benliği hapseden duvarlara dönüşebilir.

… pek çok aklı başında insanın kapalı olan salim zihinlerine nüfuz etmeyen ışık, şizofrenin çatlak zihninden içeri süzülebilir.

... Daha dikkatli bakın. O yüzeyi delip şeffaflığını bozmaktan çekinmeyin. Ağaçları sallayan rüzgâr misali. Yüzeyin ötelerine dikin gözünüzü. Bırakın gözünüz sınırları ihlal etsin. İşte o vakit, her bitkinin, her ağacın kendine özgü bir, hattâ birkaç ritmi olduğunu göreceksiniz: Yapraklar, çiçekler, meyveler, tohumlar. Şu kiraz ağacında, baharda açan çiçekler sonbaharda birer birer dökülecek. O vakit ister hayatta ister ölmüş olsun, her varlığı ve her cismi kavrayacaksınız…  etrafındaki evlerle, yapılarla, kentlerle, manzaralarla birlikte.

O gece yeni sanrılar gördüm; halüsinojenlerin en etkilisi olan gerçeklik gözlerimin önünde duruyordu. Dayanılır gibi değildi. Klinikteki arkadaşlarımdan biri çok şanslı: sanrı olarak hep yılanlar, fareler, kurtçuklar, sevimli şeyler görür. Ben gerçekliği görüyorum. Kalktım, ortalık biraz aydınlansın ve biraz daha az gerçek olsun diye bir umut ışığı yaktım.

Umutsuzluk anlaşılmadan şizofreni anlaşılamaz.

Elbette ‘anlamak’ derken salt fikrî bir süreci kastetmiyorum. Anlamak için aslında sevmek de denebilir. Fakat bu kadar ayağa düşen bir kelime daha yoktur herhalde.

Birey [artık]… el attığı her şeyin cansızlaştığı bir dünyadadır. Bu safhada önünde yalnızca iki ihtimal kalmış gibidir: 
1. Her şeye rağmen kendisi olmaya karar verebilir, ya da
2. Kendine kıymaya yeltenebilir.
Hayata geçirilmesi halinde her iki tasarı da muhtemelen aleni psikoz ile sonuçlanır.

“Teorize etmeden çalışalım,” der Martin, Voltaire’in Candide’inde. “Hayatı katlanılabilir kılmanın tek yolu budur.”

Suçluluk hissi, sessizliğin içinden Varlığın kendine yaptığı bir çağrıdır, der Heidegger.

Kendi kendine intihar edilmez.

Ben zaten bir anlamda ölmüştüm. Kendimi diğer insanlardan koparıp kendi sessizliğime gömülmüştüm. Şimdi görüyorum ki böyle yaptığında bir anlamda ölmüş oluyorsun. Dünyada öteki insanlarla birlikte yaşamak zorundasın. Aksi takdirde içinde bir şeyler ölüyor. Aptalca geliyor. Tam olarak anlamıyorum ama sanki öyle bir şeyler oluyor. Çok acayip.


 ‘Biz şizofrenler bir sürü önemsiz şey söyler ve yaparız, sonra da bunlara önemli şeyler karıştırıp doktorun bunları fark edecek kadar dikkatli olup olmadığını görmek isteriz.’

Biraz rahatladım… gerçeği görmüyordum artık; gördüklerim bir masa, bir iskemle, her günkü hikâyelerdi, hepsi sahteydi, işler yolundaydı yani.

…şizofren, kendisini anladığını hissettiği biriyle karşılaştığında şizofren olmaktan çıkar.

Eylem imkânın çıkmaz sokağıdır.






* Yukarıdaki metinde yazılanların hiçbirini ben yazmadım. Bir önceki gönderimde adı geçen iki kitabın da aralarında bulunduğu birkaç okumadan çıkardığım notlardan kolajladım. Notların tamamını ve neyin nereden geldiğini bilahare paylaşmam ihtimalim dahilinde. 

O zamana kadar, üstteki kolajın bonusu niyetine, buyrun burdan da yakın.


23 Mar 2013

Nihi Nihi


Defter arası hızlıca çiziktirilmiş bir notla başlıyorum.

Ne zaman yazdığımı hatırlamadığım.

Akabinde adı geçen kitaplara bağlayarak devam etmeyi düşündüğüm.








KUKUMAN KUŞUNUN EFKÂRI 

Yazdıranlar ve yazdı 
Yazdırmayanlardan bahsetmek 
Onlar aslında yazdıranlar da 
Bir ağaç mesela – biteviye yazmak ve kalemi aklından bile geçirmemek için bir sebep olabilir. 
Ya da insanlar 
Yaşamak ve umutsuzluk gibi… Bir ve aynı şey – umarsızca eyleten ve tüm eyleme gücünü ıskartaya çıkaran. Ya da iki 
Ağaç kadar, insan kadar, hayat katar, okuduğum iki kitabın da payı var yazmamışlığımda. Divided Self ve Corrosion of Character. 
Eski Ahit’teki İhil ile Nihil’in hikayesi gibi – var mı öyle bir hikaye? Eski Ahit o kadar eski, Ahde Vefa kentsel dönüşümden mustarip bir semt adı mı? 
Tiyatro sahnesinde tasarlı oyun dışında beklenmedik bir şey olduğunda verilen tepkiler itibarıyla üçe ayrılır oyuncular. Kötü oyuncu şaşırıp duruyor. Oyuncu şaşırıp devam ediyor. İyi oyuncu, oyunun bir parçası haline getiriyor kazayı.
Yazarlığım kadar değilse de oyunculuğumu da sorguluyorum çoğun. En geniş anlamlarıyla.
Nihi nihi : )








10 Mar 2013

Soldan Sağa, On Bir Harfli




YUTMA: Öznesi piton, nesnesi fil de olabilen fiil.

MUTAT: Alışıldık, rutin: doyuruculuğu kuşkulu bir lezzet.

UNUTMA: Hem 'oblivion'ın hem 'nisyan'ın öylesi leziz kelimeler olması da mı tesadüf?

UTANMA: Yalnız kalma korkusu.

TUTUM: Takınılır, süslenilir, insan içine çıkılır.

MAYA: Tutunanla arasındaki fark; farkın katalizör gücünün delili.

UMUT: Delinin ekmeği.

AYAN: Kendine el açtığında gördüğün.

ANMA: Gayrıresmisi görünmez törenler eşliğinde yapılır.

YANMA:  Benimle yananlar benim sayılır.

YAMAN: Bile bile lades.

UYUMA: Bilfiil kendimiz olarak yaptığımız yeganelik.

YATMA: Okuyunuz: Uyuyan Adam.

NAMUT: Fiji dilinde 'sinekler'.

YUNMA: Ö şimdi temiz.



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...